Sayfalar

10 Eylül 2013 Salı

Sabetayist ABDİ İPEKÇİ’nin aile ve akrabalık bağları

Sabetayist Abdi İpekçi
Sabetayist Abdi İpekçi


Abdi İpekçi, İsmail Cem'in kuzeni
Türk basınının önemli isimlerinden Abdi İpekçi, İsmail Cem'in amcası Süleyman Cevdet İpekçi'nin oğludur. Süleyman Cevdet İpekçi-Havva Vesime Mısırlı evliliğinden Abdi İpekçi dışında Meh­met, Fatma Hayat ve Osman isminde iki çocuk daha dünyaya geldi. Abdi İpekçi 1927'de İstanbul'da, Maçka'da doğdu. Abdi İpekçi'nin babası da diğer kardeşleri Fahir ve İhsan İpekçiyle birlikte film ve foto malzemeleri ithalatı işindeydi. İki kızı, Nükhet ile Eymen verem hastalığına yakalandıkları için Abdi İpekçi, hastalık bulaşmaması için çok küçük yaşlarda Işık Anaokulu'na gönderildi.

Abdi İpekçi de kuzeni İsmail Cem gibi Işık Lisesi'nin ilkokul kısmına verildi. Abdi İpekçi'nin iki ablası da genç yaşta veremden vefat ettiler. Ai­leyi sarsan bu feci olay, Nükhet ile Eymen'in ölümüyle sınırlı değildi, Ab­di'nin Tıp Fakültesi'nde okuyan ağabeyi Osman da böbrek rahatsızlığı geçirerek hastaneye kaldırıldı, ancak bir iç kanama sonucunda yaşamı­nı yitirdi. Baba Cevdet İpekçi, çocuklarını kaybetmenin verdiği acıyla, diğer kardeşleri İhsan ve Fahir'in sinema filmleri ithalatı işine girmedi, kendi işlerini de büyük oğlu Mehmet İpekçi'ye devretti. Eşi Havva Vesi­me de, üç çocuğunu kaybetmenin acısıyla bir süre sonra öldü.

İhsan İpekçi, Abdi'yi Yalman'a götürdü

Işık İlkokulu'ndan sonra Abdi İpekçi Galatasaray Lisesi'ne girdi. Yazları ağabeyi Mehmet'in Büyükada'daki evlerinde geçirdi. O yıl­larda arkadaş grubu arasında ünlü isimlerden Tıp Profesörü Aykut Kazancıgil, gazeteci Leyla Umar, Emekli Büyükelçi Turgut Tülü- men, gazeteci İzzet Sedes de vardı. İpekçi, lisede iken gazeteci olma­yı ve bu alanda yenilikler yapmayı kafasına koymuştu. Liseyi bitir­dikten sonra Hukuk Fakültesi'ne giren İpekçi, bir yandan da gazete­ci olmanın yollarını araştırıyordu. Bu fikri ağabeyi Mehmet İpek­çi'ye de açtı. Ağabeyinin film işlerine girme teklifini reddediyor. Ab­di İpekçi, amcalarının matbaa kurma tekliflerini de kabul etmiyor. Amcaları Fahir ve İhsan İpekçi, Vatan Gazetesi'nin patronu, Sela­nikli hemşehrileri ve yakın dostları Ahmet Emin Yalman'a açıyorlar. İpekçi kısa bir süre Vatan'da çalışıyor. Yalman, İhsan ve Fahir Bey'e,"Abdi'den gazeteci olmaz, alın onu tüccar yapın' diyor. 20 ya­şındaki Abdi İpekçi'nin basındaki ilk hayal kırıklığıdır, ama işin ucu­nu bırakmaya hiç niyeti yoktur. Arkadaşı İzzet Sedes'in aracılığıyla, eniştesi Murat Sertoglu (Sedat Sertoglu'nun babası)'nun yazı işleri müdürlüğünü yaptığı Yeni Sabah'ta giriyor. Sedat Sertoglu 1966'da Abdi İpekçi'nin vesilesiyle Milliyet'te gazeteciliğe başlayacaktır. İpekçi, 1949'da Edip Habip Törehan'ın Yeni İstanbul gazetesinde devam ediyor. Haber müdürü Mithat Perin, dış haberler Sami Kohen, yazı işleri müdürü Sacit Öget'tir. İpekçi, Mithat Perin'in kurdu­ğu İstanbul Ekspres'in kadrosuna, yazı işleri müdürü olarak katılı­yor. Yeni İstanbul'dan gelen ekipte Sami Kohen, İpekçi ailesine ak­raba olan Güner İzer (Fansa) de var.

Selanikli kızla evlenmek istemiyordu

İpekçi bu yıllarda Dame De Sion Fransız Kız Lisesi’nde okuyan, Büyükada'dan bir kızla, Esin Dölen'le kısa bir nişanlılık yaşıyor. As­lında İpekçi, Selanik kökenli bir aileden evlenmemeye kararlıdır. Bazı Selaniklilerin dışardan evlenmelere karşı çıkmalarını anlamı- yordu. Ailesi, iki ailenin yaşam tarzlarının çok farklı olduğu gerekçe­siyle, İpekçi'nin Esin Dölen ile evliliğine karşı çıkıyorlar. Selanikli bir ailenin kızı olan Esin'e duyduğu sevgi, bu çekincesini işlevsiz kıla­caktır. 1952'de yedek subay olarak askere alınıyor. Ankara'da asker- ligini yaparken, Esin Dölen'le nişanı bozuyorlar. İpekçi, yedek subaylığını Kore'de tamamlayarak İstanbul'a dönüyor. Bu kez yeni iş­yeri Ali Naci Karacan'ın Milliyet'idir. İstanbul Ekspres'den Sami Kohen'i de beraberinde götürüyor. İpekçi'yi Ercüment Karacan'a öneren ise Robert Kolej'den arkadaşı Altemur Kılıç'tı. Kılıç, Kore'ye, İpekçiye bir mektup yazarak teklifi iletiyor. Abdi İpekçi, 1954'den 1979'a kadar Milliyet'i yönetiyor.

Nikah şahitleri Vali Gökay'dı
Galatasaray Lisesi'nde arkadaşları tarafından 'Küçük Abdi' ola­rak anılan Abdi İpekçi, 1955'de ölen Ali Naci Karacan'ın oğlu Er­cüment Karacan ile iyi bir ikili oldular Milliyet'te. Yakın dostu Sadun Tanju bu ikiliyi, "Bu harika çocuk, Bab-ı Ali'nin bütün ustalarını şa­şırtan bir prestiji kısa zamanda Milliyet'e kazandırmayı bilmiştir. Bu süreç içinde, Anglo-sakson eğitimi almış Ercüment'le Fransız eğiti­mi almış Abdi, kafa yapılarındaki ve düşünme sistemlerindeki ben­zerlikleri yakalamışlardır. Önlerindeki yolu, beraberce yürüyebile­ceklerine inanmışlardır" sözleriyle anlatıyordu.[1] Bu arada ikinci bir evlilik gerçekleştiriyor baba Cevdet İpekçi. Bu eşi de fazla yaşamı­yor. Üç çocuğunu ve iki eşini yitiren Cevdet İpekçi, kısmen akli den­gesini yitiriyor, bir süre sonra da vefat ediyor. İpekçi 1956'da Büyükada'dan arkadaşı Emir Dilber'in kardeşi Sibel Hanım'la birleşti­riyor yaşamını. Selanik kökenli bir aileden olan Sibel Dilber'in nikah şahidi İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, İpekçi'nin ise Ercü­ment Karacan'dır.

2000'e kadar yaşamak istedi
Galatasaray Lisesi'nden 1947-48 öğretim döneminde mezun olan İpekçi, okul yıllığında kendisiyle yapılan söyleşide gelecek hak­kındaki projeniz nedir sorusuna, "Matbaacılıkta inkılap yapıp memlektimizde baskı tekniğini ve sanatını Avrupa ayarına yükseltmek is­terim. Çeşitli konularda yayın yaparak, siyaset, fikir ve sanat alemin­de hareket yaratmayı düşünüyorum" diyecekti. Abdi İpekçi, kaç ya­şına kadar yaşamayı istersiniz sorusuna da "2000 senesini görmeyi çok istiyorum" cevabını verecekti. Ne ki İpekçi, 1979 Şubatı'nda Teşvikiye'deki evinin önünde, otomobilinin içinde silahlı saldırıya uğrayarak ölecekti. Abdi İpekçi Milliyet gazetesine önemli bir mev­kii kazandırırken çeşitli suçlamalara da maruz kalıyorduk. 1970'li yıl­larda İpekçi'nin 'Dönme' olduğu gündeme getirildi sık sık. Sosyal- demokrat çizgisi ve Milliyet'in Ali Naci Karacan'ın ölümünden son­ra CHP'yi destekleyen yayın politikası nedeniyle milliyetçi çevrelerin husumetini kazanan İpekçi, Bülent Ecevit'e yakın bir isimdi. 1972'de CHP genel başkanı seçilen Ecevit, 70'li yıllar boyunca Ab­di İpekçi'nin görüşlerine başvuracak denli yakındı.

İnönü'ye karşı Ecevit'i desteklemekle kalmamış, daha 1967'de yurt içinde Ecevit'i, yurt dışında da Mao'yu 'Yılın Adamı' seçtirmiş- ti Milliyet'te. Bütün bunlar, Abdi İpekçi ve Milliyet'in milliyetçi çev­relerle arasını açıyordu. 1970'li yıllarda İpekçi'nin Ecevit'e angaje olması, kendi çevresinde de eleştirilere neden oluyordu. Ercüment Karacan, yakın dostu ve iş arkadaşı İpekçi'yi, Ecevit'e karşı biraz da­ha objektif olması için uyarmak ihtiyacı duyuyordu. Buna rağmen CHP lideri Ecevit, her zaman Milliyet'in ve Abdi İpekçi'nin desteği­ni arkasında buldu.

Galatasaray'da 'dönme' tacizi

Abdi İpekçi, ılımlı görüşleri nedeniyle radikal sol çevrelerde pek se­vilen bir isim değildi. Çetin Altan'ın yazılarının Milliyet'te sansür edil­mesinden sonra Milliyet'e yönelik sol tepkiler daha da arttı. Çetin Al­tan'ın Milliyet'ten ayrıldıktan sonra Akşam gazetesinde Milliyet'i sert bir şekilde eleştirerek, "kapitalistten yana olan, halktan yana olamaz" demişti. 1965'de Altan'dan boşalan köşede bir süre Bülent Ecevit ve Refik Erduran yazdı. Onların da başka nedenlerle gazeteden ayrılma­ları üzerine köşeye 1968'de Kemal Bisalman geçiyordu. Bisalman'ın radikal sol görüşleri içeren yazıları hem Abdi İpekçi hem de patron Er­cüment Karacayı rahatsız etti. Bisalman, Milliyet'in sosyal-demokrat çizgisini aşıyordu. Bisalman, bir yazısında özel sektörü sert bir şekilde eleştirince, yazı işlerinin müdahalesiyle karşılaşıyor. Tartışma İpek­çi'nin odasında devam ediyor. İpekçi, Bisalman'dan yazısını bir kez da­ha gözden geçirmesini söyleyince, "Bu itirazlarınızla sizlerin hangi sı­nıftan yana olduğunuz belli oluyor" cevabıyla karşılaşıyor. İpekçi, "Ter­biyesizlik etme" dediğinde, Bisalman'dan hiç beklenmedik bir cevap geliyor: "Bana terbiyesiz diyemezsin. Bir Selanik dönmesinden başka ne beklenebilir zaten." Odada Turhan Aytul, Hasan Pulur ve Talat Halman da vardır. İpekçi'nin, "Çık git ulan buradan. Defol git, gazetede is­temiyorum seni" sözleri koridorlarda çınlıyor. İpekçi ilk kez bu kadar si­nirleniyor.[2]

"Maşallah Abdi ile kaynaştınız"
Abdi İpekçi'nin Galatasaray Lisesi'nden arkadaşı, gazeteci Or­han Karaveli, "dönme" suçlamasının lise yıllarında dahi gündeme geldiğini belirterek bir anısını aktarıyor:
"Müdür yardımcısı rahmetli Ferruhzat Turaç yanımdan geçerken klasik sert dönüşünü yapmış ve, 'Maşallah, Abdi ile pek kaynaştınız' demişti. Şaşırmıştım;
-Ne olmuş kaynaşmışsak?
-Onun dönme olduğunu bilmiyor musun?
Allah Allah!.. Dönme de ne demekti? 15 yaşındaydım ve bu söz­cüğün ne anlama geldiğini henüz bilmiyordum. Oturup araştırmış ve Galatasaray gibi, insanların kökeni üzerinde durulduğuna o za­mana kadar hiç rastlamadığım örnek bir eğitim yuvasında böyle bir öğretmenin barınabiliyor olmasına hayret etmiştim."

Orhan, cevap vereyim mi?
Karaveli şöyle devam ediyordu sözlerine:
"Birtakım bağnaz kafalar bu pırıl pırıl Türk gazeteci ve aydını­nı, 1 Şubat 1979'da öldürülünceye kadar rahatsız etmeyi sürdür­dü, sonraki yıllarda da. Bir kez , Milliyetin Nur-i Osmaniye'deki yeni binasına beni çağırarak: 'Yahu Orhan , bu kafatasçı ve yo­bazlar gene beni dillerine doladılar. Gene bir 'Abdi İpekçi dönme­dir' nakaratı tutturdular gidiyor. Sence ne yapmalıyım? Bir cevap vermeli miyim gazetede bunlara?
-Boş ver be Abdi. 300 yıllık geçmişteki bu 'olay'dan başka ser­mayesi olmayan bu adamlarla dalaşmaya değer mi? Bırak ne der­lerse desinler. Bütün Türkiye biliyor seni de onları da. Keşke se­nin onda birin kadar Türk ve Türkiye'ye gönül vermiş olabilseler­di.
-Sağ ol, seni yordum. Ama ben gazetedeki arkadaşlarla bu ko­nuya girmeyi sevmem. En yakın seni gördüm danışmak için"[3]

"Firuz, soyadımı değiştireceğim"
Abdi İpekçi'yi çok rahatsız eden bir konuydu, dönmelik ithamı. Lise yıllarında bu konuyu yakın arkadaşı Firuz Nikravan'a içini aça­rak dertleştiği çok olurdu. İpekçi'nin "Benim ecdadım Selanikli ise, bir suç mudur bu? Kaldı ki bir suç olsa bile benim bunda ne suçum var. Ben bu toplumun bir parçası değil miyim" şeklindeki yakınma­sına Nikravan, "Selanikten gelenler bu toplumun içinde asimile ol­muşlardır, bu toplumun malıdırlar" diyerek cevap vererek teselli et­meye çalışıyordu arkadaşını. Aynı ithamdan bunalan İpekçi, arkada­şı Nikravan'a soyadını değiştirmek istediğini söyleyerek, "Firuzcuğum, İpekçi soyadı, Selanikli tanınmış bir ailenin soyadıdır. Bu so­yadı, gelecekte bana ayakbağı olacaktır diye düşünüyorum. Ne di­yorsun açıkça söyle fikrini?"diyor. Nikravan'ın cevabı, "Eğer böyle bir şey yaparsan, seni zavallı bir insan olarak görürüm. Bir insan kendisinin ne olduğunu kendisi tayin edemez. Bir insanın ana baba­sını, kardeşini seçmesi mümkün müdür? Bunlar birer doğa yasası­dır. İnsan ancak kendi aslını inkar etmek için böyle bir şeye gerek görür. Benim tanıdığım Abdi'nin de böyle bir şey yapacağını sanmı­yorum" olur.
Arkadaşının bu cevabı üzerine İpekçi, "Doğru. Zaten olacak şey de­ğil. Bu konuda ciddi de değilim, bakalım ne diyeceksin diye merak et­tim" şeklinde konuşuyordu. Abdi İpekçi'nin hayatını anlatan bir kitap­ta yer alan anekdotlardı bunlar. Aynı kitapta devamla şöyle deniliyor­du: "Abdi İpekçi, bu konuda öylesine duyarlıydı ve tavrını öylesine ke­sin olarak koymuştu ki, içinde bulunduğu 'Selanik kökenli' çevrenin olası tepkilerine karşın, Firuz ve Engin (Arman) gibi yakın dostlarına, 'Bakın, eğer sizler benden sonraya kalırsanız, beni Selaniklilerin Bülbülderesi'ndeki mezarlığına gömdürmeyin' diyebiliyordu."[4]

"Beni Bülbülderesi'ne gömmeyin"
Abdi İpekçi'nin Firuz Nikravan'a söyledikleri, 1979'da öldü­rüldüğünde aile içinde gündeme geldi. Abdi İpekçi hangi mezar-
lıkta toprağa verilecekti? Ağabeyi Mehmet İpekçi, "Sibel'e so­run. Bana kalırsa Bülbülderesi'ndeki aile mezarlığına gömülsün" derken, arkadaşları, "Abdi bize çeşitli zamanlarda ısrarla Bülbül­deresi'ndeki Selanikliler mezarlığına gömülmek istemediğini söylemişti. Bu bir nevi sözlü vasiyetti. Ama yine de karar Sibel'in ve ailenindir" diyerek müdahale ettiler. Son kararı Sibel İpekçi verdi: "Onu Zincirlikuyu'ya gömün. Bana yakın olsun." Sibel İpekçi'nin sözleri üzerine Mehmet İpekçi, "Abdi bizim malımız değil. O bütün milletin malı. Zincirlikuyu'ya gömülmesi iyi olur" diyordu. Abdi İpekçi, bu toplumdan ayrı olmadığını, vasiyetiyle tescil ediyordu.[5]

Çağlayangil, İpekçi'ye çok kızdı
Abdi İpekçi'nin başı kuzeni İsmail Cem yüzünden de derde gire­cekti zaman zaman. İsmail Cem'in 1974'de TRT genel müdürü ol­madan önce, 12 Mart dönemiyle ilgili olarak Ankara'da görüşmüş­tü. Çağlayangil, Cem'e 12 Mart darbesi ve CIA ilişkileri hakkında il­ginç cümleler sarf etmişti. TRT Genel Müdürlüğü'nden azledildikten sonra Cem, Politika gazetesinde 12 Mart'la ilgili dizisini yayınlama­sı Çağlayangil'i  rahatsız etti. Sadun Tanju'nun kitabında yer alan Abdi İpekçi'nin notlarında bu olay şöyle anlatılıyordu: Cem, Politi­kada Çağlayangil'in vaktiyle kendisine off the record verdiği bilgile­ri yayınlıyor. Sansasyonel şeyler. Çağlayangil zor durumda kalıyor. Bu arada ben yine Kabakçı Mustafa oldum. Çağlayangil Ankara bü­romuza, Cem ile konuşmaları benim aracılığım ve Cem için verdi­ğim güvence üzerine yaptığını söyleyerek adeta beni sorumlu tut­muş. Oysa yanlış hatırlıyor. Ben böyle bir aracılık şöyle dursun, Cem'in Ankara'ya Çağlayangil ile görüşmeye gittiğini dahi sonra­dan öğrenmiştim. Nitekim Orhan Tokatlı da bu hususu doğruladı ve Cem için Çağlayangil'den randevuyu kendisinin aldığını söyledi".13

Abdi İpekçi uluslararası bir adam
MHP'ye yakın Ortadoğu gazetesi 1970'lerde Robert Kolej aley­hinde bir yayın yapıyor. Kampanyayı ülkücü üniversite hocası Doç. Necmettin Hacımenoğlu başlatıyor. Robert Kolej yöneticilerinden Chalfort'ın CIA ajanı olduğunu iddia eden Ortadoğu gazetesi, kole­jin Türk mütevellilerin ve bu arada Abdi İpekçi'nin de Chalfort'u ko­ruduklarını gündeme getiriyor. Bu iddialar Abdi İpekçi'nin sağ çev­relerce yıpratılmasına neden oluyor. Abdi İpekçi Türkiye'deki ya­bancı misyonlarla, diplomatik çevrelerle de içli dışlı bir isimdir. Pek çok davete katılan İpekçi, Galatasaray Kulübü'nde de etkindir. İs­tanbul sosyetesinin ve gece eğlencelerinin unutulmaz isimleri ara­sında İpekçi baş sıralarda yer alıyordu. İpekçi'nin bu özelliğini Sadun Tanju şöyle anlatıyordu: "Off.. Ne hayat ama! Yerli yabancı bü­tün kalburüstü, güçlü insanlarla düşüp kalkıyorsun, onlarla dost, hat­ta sırdaş oluyorsun, kendini de en az onlar kadar güçlü, etkin hisse­diyorsun! Galatasaraylı Küçük Abdi, aradan yaklaşık otuz yıl geçtik­ten sonra, sadece ülkesinin değil, uluslararası politik sosyetenin de tanınmış şahsiyetlerinden biridir. Bunun için çok çalıştığı, yetenek­lerini çok iyi geliştirip kullandığı doğrudur. Ama bir başka doğru da­ha vardır. Ercüment olmasa, yapamazdı."14

"Baba, Söylenenler doğru mu"
Abdi İpekçi'nin radikal solu rahatsız eden yayın politikası Pa­ris'te okuyan kızı Nükhet'i de etkiliyor. Nükhet, solcu arkadaş çevre­sinin etkisiyle babasını sorgulayan mektuplar yazıyor. O dönemde aşırı solcu gençler Abdi İpekçi'yi Amerikan işbirlikçisi anlamına ge­len Çombe Abdi diye itham ediyorlar. Kızı Nükhet İpekçi de bu kampanyaların etkisinde kalarak, babasının Batılılara satılmış bir adam olmadığını öğrenmek amacıyla mektuplar yazıyor. Abdi İpek­çi, kızına yazdığı mektuplarda iddiaların gerçek dışı olduğunu belir­tiyordu. İpekçi sağ çevrelerde ise Amerikan uşağı, Marksistlerin ma­şası olarak itham edildi hep. 1970'li yılların kör şiddeti yüzünden İpekçi, oğlu Sedat'ı da İngiltere'ye gönderiyor okuması için. O yıllar­da içine kapanık olan oğlu Sedat'ın durumu İpekçi'yi üzüyor.

Selanikliler ve Abdi İpekçi
Abdi İpekçi'nin ölümünden yıllar sonra 'Dönmelik' yeniden gün­deme geldi. Tartışmalar üzerine Altemur Kılıç, 2 Ekim 2000 tarihli 

Türkiye gazetesinde 'Selanikliler ve Abdi İpekçi' başlıklı bir yazı yazdı.
Dönmelik, Sabatayizm ve Selaniklilik tartışmalarına dikkat çeken Kılıç, "Birilerini acaba şeytan mı dürtüyor? Bizi bölen, ayıran bu ka­dar çok şey varken, durup dururken bir de 'Dönmelik-Selaniklilik' ko­nusunu ortaya attılar" diyordu. Kılıç, "Konu gerçekten ilginç bir araş­tırma konusu ve de 'medyatik' ama zamanlamaya gelince işte orası meşkuk! Zaten karışık olan ortama yeni bir nifak unsuru katmak mı, yoksa şöhret dürtüsü mü? Müslümanları Yahudilerden yeniden kuş­kulandırmak mı? Belki hepsi de birden" diyerek devam ediyordu.
Dönmelerin zahiren Müslümanlığı kabul ettikten sonra kendi içle­rine kapandıklarını, kendi adetlerini devam ettirdiklerini, dışarıya kız vermediklerini, bu yüzden de uzun yıllar merak ve tepki çektiklerini belirterek, birtakım şüphelerin ve komplo teorilerinin odağı oldukla­rını, bu içlerine kapalılığın, sadece kendi aralarında evlenmelerinin nesillerini de ters yönden etkilediğini eklemeden geçmiyordu. Bazı Selanikliler arasından, her cemaatin arasında olabileceği gibi, yanlış kişilerin de çıkabileceğini ifade eden Kılıç, "Ancak ne var ki, ülkeye hizmet eden (mesela rahmetli eski Maliye Nazırı Cavit Bey gibi, Ah­met Emin Yalman gibi) kıymetli insanların son zamanlarda da Abdi İpekçi ve bazı diplomatlarımız gibi, kıymetli ve vatansever Selanikli­ler daha çoktur" diyordu.

Dönmeler de dikkatli davranmadı

"İslam dinine dönmek aslında bir zül değil, güzel bir olaydır. He­men hemen hepimiz başka başka inançlardan dönerek mübarek di­nimizle şereflenmişizdir. Peygamber efendimiz de (s.a.v), İslamiye­t'i sonradan seçenleri özel olarak övmüştür... Selanikli Sabetay Se­vi 'dönmeleri' hususundaki şüphe, cemaatin aşırı gizliliğinden ve kendi aralarında kalmalarından kaynaklanmıştır ve bir yerde kendi kabahatleridir. Esrar ve gizlilik kaçınılmaz olarak şüpheleri çeker, türlü rivayetlerin ve efsanelerin oluşmasına yol açar" diyen Kılıç, "Ancak ne var ki, Sabetay Sevi cemaatinin bu tarihi hatası çoktan geride kalmıştır. Bazı bağnaz Selanikli aileler hariç çoğu ve hele ye­ni kuşaklar, son yıllarda eski âdetlerini bırakmışlar, gerçekten Müs­lüman ve Türk olmuşlar ve artık dışardan evlenmeye başlamışlardır. Bunlardan çok yakın dostlarım vardır ve ben bu konuda, samimiyet­leri hususunda hüsnü şehadette bulunurum" şeklinde yazıyordu. Kı­lıç yazısına şöyle devam ediyordu:
"Bu tartışma vesilesiyle ortaya, sevgili can dostum Abdi İpek­çi'nin adı atıldı. Görmedim ama, bir TV programında kızı-benim de sevgili kızım-Nükhet, cesaret ve bilgi ile, rahmetli babası Abdi İpekçi'yi -Eygi karşısında- savunmuş demeyeceğim- anlatmış. Keşke ben de o programa katılabilse idim, söyleyeceğim çok şey vardı"
  

"Abdi can dostumdu"
Altemur Kılıç Abdi İpekçi'nin ölene kadar, oğlunu emanet edecek kadar en yakın dostu olduğunu hatırlatarak şöyle devam ediyordu yazısına:
"Onun dostu olmakla iftihar ederdim... Hâlâ da ediyorum. O sos­yalist, ben sağcı idik. Bütün düşüncelerini ve yazdıklarını da tasvib et­mez ve kendisine de açıkça söylerdim. Ama bunlar bu düşünce ayrı­lıkları dostluğumuza asla halel getirmedi. Yakınlığımızı bozmadı. Çün­kü Abdi'nin gönlünün, gerçekte, nerede olduğunu çok iyi bilirdim. Ab­di'ye, hem bir Türk vatanperveri olarak güvenirdim hem de Türki­ye'nin yetiştirdiği ve şimdi de yeri doldurulamayan bir gazeteci olarak büyük saygı duyardım. Ona aşağılayıcı manada 'dönme' nazarı ile bakmazdım. O bütün duygulan ve emelleri ile, gerçek bir Türk'tü. Bi­zim bir parçamızdı o!. Alçakça öldürülmesi beni de yaraladı ve MHP'lilerin bu cinayeti, MHP'li olarak işlediklerine hiç inanamadım. Abdi İpekçi şimdi Zincirlikuyu'da babamın mezarı ile karşı karşıya ya­tıyor. Onu bu ebedi istirahatgahında rahatsız etmemeliyiz. Diğer Sela­nik kökenli Türk ve Müslümanları da!"

"Abdi yoksa Milliyet de yok"
ipekçi'nin halen tam anlamıyla aydınlatılamamış bir suikast sonu­cu öldürülmesinden sonra Ercüment Karacan Milliyet'i satarak baba mesleğini terk ediyor. Karacan, Sadun Tanju'ya, "Abdi'yi öldürdüler ve benim için Milliyet bitti" diyor Milliyet gazetesi, o yıllarda ismi pek duyulmayan Aydın Doğan'a satılıyor. Koç Holding'in önemli isimle­rinden İnan Kıraç ve Bülent Çorapçı, Aydın Doğan ve Ercüment Karacan'ı buluşturuyorlar. Emirgan'daki Abdullah Lokantası'nda ger­çekleşen görüşmeyi Tanju şöyle anlatıyordu: "Ercüment soruyor: 'Niçin almak istiyorsunuz Milliyet'i?' Koç'un otomotiv acenteliğinde bü­yük paralar kazanmış, genç görünümlü iş adamı, beklemediği bu so­ru karşısında sıkılıyor. Bir süre sustuktan sonra, ağzından , o anda di­linin ucuna gelmiş kelimeler dökülüyor: 'Asalet kazanmak için.' Dör­dü birden kahkahayı basıyor.[6]

Özel yaşamı didik didik edildi
İpekçi suikastı sonraki yıllarda da hep gündeme geldi. Ancak ola­yın arkasındaki giz perdesi aralanamadı. İpekçi'nin ölümünden ön­ce silah kaçakçılığı ile ilgili bir araştırma yaptırdığı ve bununla ilgili olarak "Tabanca" başlıklı bir diziyi yayınlamak istediği biliniyor. Di­zinin bir takım fısıltılar ve tehditler nedeniyle yayından kaldırıldığı ifade ediliyor. İpekçi'nin özel yaşamı da ölümünden sonra didik di­dik edildi. Faruk Bildirici'nin Gizli Kulaklar Ülkesi isimli kitabında, İpekçi Suikastı soruşturmasında, İpekçi'nin Semiramis Pekkan, Hümeyra, Emel Sayın gibi ünlü şarkıcılarla yaptığı özel telefon konuş­maları MİT tarafından hazırlanan bir dosyayla CHP'li İçişleri Baka­nı Hasan Fehmi Güneş'e sunulduğu belirtildi. Güneş, dosyadaki te­lefon konuşmalarından, İpekçi'nin ailesinin haberdar olmamasını istediği de kitapta yer alan bilgiler arasındaydı. Kitaptaki iddialardan rahatsız olan, Nükhet İpekçi, baba dostu Sadun Tanju'yu arayarak, "Gördünüz mü, ona ve bize karşı suçluluk duyması gerekenler, per­vasızlığı nerelere vardırıyorlar" diyecekti. Kitapta ismi geçen şarkıcı­lardan söz konusu iddialarla ilgili yalanlama isteyen Nükhet İpekçi, "Fırsattan istifade kendi reklamlarını yapıyor derler" cevabı alıyor­du. Nükhet İpekçi, Tanju'ya, "Semiramis'i siz biliyorsunuz, Ercü­ment (Karacan) Bey'le ilişkisi vardı ve sonunda evlendiler, babam Londra'ya gittikçe onlarda misafir kalırdı; böyle bir dost ilişkisi nasıl başka türlü yorumlanabilir ve belgelendirilir" diyecekti.[7]

Bu sorunun yanıtını verecek olan mercii, elbette MİT'ti.

Bir gün önce Ecevit'le görüştü
12 Kasım 2000 tarihli Star Gazetesi'nde Saygı Öztürk ise ba­zı gerçekleri yeniden gündeme getirdi. Öztürk, Başbakan Ecevit'in cinayeti soruşturan savcıya, '1 Şubat 1979 sabahında Başbakanlıkta benimle görüşmeye gelmişti. O gün İstanbul'a dönecekti. Akşam üstü evine giderken öldürüldüğü haberini al­dım' dediğini belirtiyordu. Öztürk'ün yazısında Ecevit'in İpekçi ile yaptığı görüşmeden bazı cümlelere yer veriliyordu:
'O sabah benimle yaptığı görüşmenin temel konusu, Türk ve Yu­nan gazetecileri arasında diyalog kurmak ve iki komşu ulus arasın­da yakınlaşma sağlamak girişimleri idi. İpekçi benimle, kendi öncü­lük ettiği yeni girişimin ayrıntılarını görüşmeye gelmişti. O günkü görüşmelerimizde, Libya gezimle ilgili bazı açıklamalarda bulun­dum. Kaçakçılıkla ilgili herhangi bir konuyu görüşmedik. Herhangi bir bakanla ilgili bir dosya konusuna da girdiğimizi hatırlamıyorum.'

Öztürk, tanık olarak dinlenen Güven Partisi Lideri Turhan Feyzioğlu'nun ilginç iddialarına da yer verdi. Feyzioğlu şöyle diyordu: "Suikasttan önce, gazete sahibi Karacan'ın gazeteyi satacağı söylen­tileri dolaşıyordu. İpekçi'nin ölümünden sonra bizlerde bu suikastın ne sebeple yapıldığını düşündük ve o günlerde, gazeteyi satın almak isteyenlerin bu eylemi yaptırabilecekleri ihtimali üzerinde durduk. Çünkü gazetenin satılmasına İpekçi karşı çıkıyordu. Ağca'ya yapılan para yardımlarının kimler tarafından yapıldığı araştırılıp, kaynakları bulunabilirse, ölüm olayı aydınlatılabilir."

12 Temmuz 2000 tarihli Zaman gazetesinde Tamer Korkmaz ise Mehmet Ali Ağca'yı Papa Suikastı Davası'nda yargılayan Ferdinando İmposimato'nun Milliyet'te yayınlanan açıklamasına de­ğinerek ilginç iddiaları gündeme getiriyor. İmposimato Milliyet'e, "Ağca'yı 1999'a kadar pek çok kere sorguladım. İpekçi cinayeti için de konuştu. Ağca'ya göre, cinayeti İpekçi'nin irdelediği Türk mafyası planlamış. Mafya, Milliyet gazetesinin sahibini gazeteyi satmaya mecbur bırakmak amacını güdüyormuş" diyor. Korkmaz ise şöyle devam ediyordu: "İpekçi'nin son yılında Milliyet'in satıl­ması projesine çok sert tepki gösterdiği ve gazetenin sahibi Ercü­ment Karacan'a "Ancak ben öldükten sonra satabilirsin!" dediği biliniyordu. İpekçi hayatını kaybettikten sonra, Karacan çöktü; Milliyet gemisini artık yürütemeyeceğini gördü, neticede gazetesi­ni sattı!"

İpekçi, Milliyet'in beyni idi
Milliyet'in beyni olan Abdi İpekçi, hem basında hem de siyaset dünyasında etkinliği olan bir gazeteci-aydındı. Milliyet'i sosyal de­mokrat çizgiye çeken İpekçi, yaptığı promosyonlarla tirajı 200 bin­lere kadar çıkardı. Kur'an-ı Kerim meali, Osmanlı tarihi, haftalık ek­ler, Milliyet'in satışlarını artırdı. Cumhuriyetin 50. kuruluş yıldönü­münde, başta Güneydoğu illeri olmak üzere pek çok ilde Atatürk heykeli yapılması için kampanya başlattı. İpekçi'nin Milliyet'te baş­lattığı bir yenilik de şans haftaları düzenleyerek kupon karşılığı Veh­bi Koç'a ait Arçelik'in ürettiği malları dağıtmak oluyordu.

12 Mart 1971'deki askeri muhtırayı, "Kuvvet komutanları, alttan gittikçe artarak geldiği belli olan baskılar karşısında yapılması iste­nen müdahaleyi önlemek üzere parlamenter rejimi yaşatabilmek için bir imkan tanınması yolunu seçmişler, bu davranışları ile de de­mokrasiye bağlılıklarını göstermişlerdir" sözleriyle karşıladı. Ne ki Başbakan Nihat Erim'in Balyoz Harekatı üzerine solcu aydınların üzerine gidilmesi Abdi İpekçi'yi rahatsız etti.

Barlas, İpekçi'ye sitem etti
Yazılarında incelikli olarak eleştirdi bazı uygulamaları. Ancak Milliyet'in, 9 Mart'ta darbe girişiminde bulunan General Cemal Madanoğlu cuntasının yargılanması davasında askeri savcılar tarafından hazırlanan iddianameyi yayınlaması sol çevrelerce iyi karşılanmadı.

İddianamede Mehmet Barlas da cuntacılar içinde gösteriliyordu. Barlas, İpekçiye, "Bu iddianamede benim adım geçiyor ama benim böyle bir şeyden haberim bile yok. Sen, Türkiye'ye getirmek istediğin gazeteciliğin tam tersini yapıyorsun. Bu yazıları yayınlamak sana ve Milliyet'e yakışmıyor" dedi. Benzer tepkiler Cumhuriyet'ten Berin Nadi, Milliyet'ten Ali Gevgilili'den de geldi. Eleştirilere göre, 12 Mart döneminde Milliyet'in yayınları pek çok aydının tutuklanmasına neden olmuştu.

CHP-MSP Koalisyonu'na karşı çıkan İpekçi, AP-CHP Koalis­yonunu savundu hep. Bu tutumunu sonraki dönemlerde de sürdürdü. Milliyetçi Cephe Hükümetlerini eleştirmeye devam etti hep. Terörün, şiddetin kol gezdiği günlerde ortanın sağındaki AP ile ortanın solun­daki CHP'yi uzlaştırmak için yoğun bir çaba harcadı, olmadı.

Mehmet Gül, Milliyet'i yaktı
Milliyet'in sağa kapalı sola açık yayın politikası haberlerine de yansıyordu. Siyasal çatışmalara ilişkin haberlerde kullanılan haber dili ülkücüleri rahatsız ediyordu. Ülkücüler için "komando", Komünistler için"devrimci" nitelemesi bunlardan biriydi sadece. Milliyet'in çizgisi Ülkü Ocakları tarafından protesto da edildi. Mil­liyet binasının önünde toplanan Ülkü Ocaklılar sloganlar atarak gösteri yaptılar. Bir konuşma yapan Ülkü Ocakları Başkanı Mehmet Gül, "Bu gazete devamlı yalan yazıyor. Hep bize karşı yazıyor. Bun­ların yazarlarının hepsi komünist ve milliyetçi düşmanı. Bizi onun için suçluyorlar. Ama şunu bilsinler ki, milliyetçiler yaşadıkça bu ül­kede Marksistlere hayat hakkı yoktur" diyor ve elindeki Milliyet gazetesini yakıyordu. Mehmet Gül aradan 20-25 sene sonra millet­vekili seçilerek meclise giriyor, DİSK eski başkanı ve DSP Millet­vekili Rıdvan Budak ile Küba'da başında Che Guevara şapkası, boz- kurt işareti yaparak gazetecilere poz veriyordu.

Cemal Süreya'dan İpekçi portresi
Ölümünden hemen sonra Milliyet Sanat dergisinde Abdi İpekçi hakkında bir yazı kaleme alan Cemal Süreya, İpekçi'nin Milliyet'teki 25 yıllık çizgisini tahlil ediyordu. Cemal Süreya, İpekçi'nin Milliyet serüveninde onu ileriye atan iki olay olduğunu belirterek, "Biri, 1950-60 yılları arasında DP'yi, 60'tan sonra AP'yi saran gerici düşüncenin ağırlık kazanmaya başlaması; bunun, antikomünizm yönsemeleriyle daha da büyümesi, yaygınlaşması. Öteki de gençlik hareketleri, isçi sınıfındaki uyanış ve yükseliş" diyordu. Cemal Süreya, Abdi İpekçi'nin, "İnandığım düşünce özgürlüğünü, sınırını geniş tutmaya çalışıp, gazete de gerçekleştirmeye çabalıyorum" söz­lerine atıfta bulunarak, 1965'ten sonraki yazılarında özellikle birin­ci noktayı hiç gözden kaçırmamaya çalıştığını belirtiyor. İpekçi'nin 1966'daki bir yazısında, "Demokratik düzen, her ülkede kuralları bulunan bir oyundur. Türkiye'de bu oyunun başlangıç hattını Cum­huriyet devrimleri olarak kabul etmek gerekir. Yarış bu hattın önün­de kalacak veya oyundan çıkarılacaktır" şeklindeki cümlelerini yorumlayan Cemal Süreya sözlerine, şöyle devam ediyordu: Yine aynı yıllarda 27 Mayıs hareketinin de özlenen bir devrim niteliğine ulaşamadığını ileri sürmekte, Türkiye'nin otuz yıldır dinamizmini yitirdiğini söylemektedir."
Orta-sol'un aydınıydı

Abdi İpekçi, solda olan bir gazeteciydi, sosyal-demokrasiyi savunuyordu. Orta-sol çizgideki politik çevrelerin aydınıydı. Kuş­kusuz, aşırı sola da, radikal milliyetçi kesimlere de mesafeli, hatta soğuktu. Abdi İpekçi, 1960'ların yarısından itibaren dozunu artıran anti-komünizm kampanyasını, "Ama bu taktik, kendilerine değil, memleketi komünizm tehlikesi içinde gösterip bir müdahale yap­mak isteyenlere yarayacak hale gelmektedir" sözleriyle karşılıyordu. Cemal Süreya, İpekçi'nin gerçekçi ve demokrat bir aydın kimliğine sahip olduğunu belirterek, "Bu kimliği ile ülkemizin girdiği yeni koşulları çözümlemeye çalışmış, kendine göre bazı sonuçlara var­mıştır: Türkiye'de kararlılığın kurulabilmesi için toprak dağılımının yapısını değiştirmek, bu yapılırken, milli gelir dağılımını da düzelt­mek şarttır. Milli gelir dağılımında en iyi örnek olarak İsveç'i gös­terir. Devrim sözcüğünden bir dizi reformu anlamaktadır. Demok­rasinin klasik tanımını benimsemiştir: Demokrasi, ödünsüz yürüme­si mümkün olmayan bir rejimdir" diyerek devam ediyordu.

Abdi İpekçi'nin basında bir ekol oluşturduğunu kaydeden Cemal Süreya, İpekçi'nin partizan olmayıp gericiliğe karşı ittifakları bulunan bir gazete peşinde olduğunu belirterek sözlerini şöyle tamamlıyordu: "Bugünkü (27 Mayıs'tan sonraki) demokrasiyi her şeyiyle savunan, ona temelden bağlı bir gazete kurmuştur. Hatta, denebilir ki, ülkemizde bazı arındırmalar ve reformlarla günümüz demokrasinin elverir bir noktaya geleceğine inanan, başkalarını da inandırmaya çalışan yazarların başında o gelmekteydi. Düşün­celerini tartışabiliriz. Ama, onun bunları en açık ve içten bir tavırla savunduğunu hiç kimse yadsıyamaz. Bu yüzden, Matteotti gibi öl­dürülüşü de her türlü rastlantı olasılığının dışında bir olaydır. Ger­çek şudur: Demokrasiye kıymaya yeltenenler onun en etkin temsil­cilerinden birini yok ederek bir adım daha atmak istemişlerdir."[8]


ABDİ İPEKÇİ VE AKRABALARI
1979'da öldürülen Abdi İpekçi, Selanik kökenli bir büyük aile olan Dilberler'den, Osman Şevket Dilber ve Rabia Semin Dilber'in kızları Sibel ile evlendi. Bu evlilikten Nükhet ve Sedat İpekçi dünya­ya geldi. Abdi İpekçi'nin kayınvalidesi Semin Dilber, Münir Aker'in kızı. Semin Dilber, Filofibra Pazarlama A.Ş genel müdürü Mehmet Dilber'in babaannesidir. 1999'da vefat eden Semin Dilber, Bülbülderesi'nde aile mezarlığında toprağa verildi. Semin Dilber'in 2000 yılında vefat eden amcası İsmail Şevket Dilber İSO kurucusu. İ. Şev­ket Dilber, Prof. Mustafa Dilber'in de büyük dedesi oluyor.

Nükhet İpekçi, 1957'de İstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini Fransız Saint Michel Lisesi'nde tamamlayan Nükhet İpekçi Fransa'da Nanterre Üniversitesi'nde sosyoloji okudu. Engin İzet ile evlenen ve çevirmen­lik yapan Nükhet İzet İpekçi'nin bir kızı var. Nükhet İpekçi aradan yıllar sonra, 2000 yılında 'Dönme tartışmaları'nın yoğunlaştığı günlerde Ka­nal 7'de yayınlanan İskele Sancak programına katıldı. Babasıyla ilgili id­dialardan rahatsızlık duyan Nükhet İpekçi, 'Sabetaycılık' konusunu ilk olarak babasıyla ilgili yayınlar nedeniyle üzüntü duyduğunu belirtiyordu. Aile içinde bir gün bile bir şey duymamıştı Sabetaycılık konusunda, her­hangi bir telkine, ayine de rastlamamıştı. Abdi İpekçi'nin Bülbülderesi Mezarlığı'nda defnedilmemesi yönündeki vasiyeti ailenin bu konudaki hassasiyetini doğruluyordu.

Niye İsmail Cem'e sormuyorlar?
Sabetaycılık iddialarından en fazla nasibini alanlardan biri de Coşkun Kırca'ydı. Hürriyet'ten Hadi Uluengin, bir yazısında Kırca'nın annesinin Yahudi olduğunu yazması Kırca'yı daha da rahat­sız etti. Aksiyon'dan Cemal A. Kalyoncu'ya konuşan Kırca, "Anası babası Selanikli, kimse İsmail Cem'e bunu sormuyor, Nüzhet Kan- demir'e sormuyor. Bana geldiği zaman Hadi Uluengin Bey ki büyük bir fikir adamı olarak görülüyor bazı kişiler tarafından, 'Coşkun Kırca'nın annesi Yahudi'dir' diyebiliyor. Benim annem ne Yahudi ne Sabetay Sevi'ci. Benim annem Müslüman mezarlığında yatıyor, ba­bamın yanında. Aile içinde, yahut babamın arkadaşlarının, şunların bunların, bir tek gün bu konuların açıldığını ve bana böyle telkinler yapıldığını bilmiyorum" diyordu. Kırca'ya göre, kendisiyle ilgili iddi­alar kişiseldi, bazı çevrelere göre tehlikeli bir kişi olarak görülüyor­du. Aynı söyleşide Kırca, bu iddiaların neden başkalarına değil de kendi üzerinde yoğunlaştığına da şöyle cevap veriyordu: "İsmail Cem herhalde, meslek itibariyle olmamakla beraber benden daha diplomat. Münasebetlerini iyi idare ediyor ki ona söylemiyorlar. Bel­ki ters düşüyorum onlarla, beni tehlikeli görüyorlar."

Prof. Uğur Aker yeğeni
Abdi İpekçi'nin kız kardeşi Fatma Hayat İpekçi ise Mehmet Aker ile evlendi. Prof. Süleyman Uğur Aker ile Osman Aker Fat­ma İpekçi'nin oğludur. Prof. Aker 1942'de İstanbul'da doğdu. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu olan Aker 1979'da Ann Jeans ile evlendi. Timuçin isminde bir çocukları dünyaya geldi. ABD'de Wayne State Üniversitesi, Western Michigan Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı. 1981'de Milliyet'te haber mü­dür yardımcılığı da yapan Aker, 1984-85'de profesör oldu. Ulus­lararası AF Örgütü (Amnesty International) üyesi de olan Aker daha sonra Clarion Üniversitesi of Pensilvanya ile Hiram College ABD'de hocalık yaptı. Aker, 1961-65'de Akfil, 1969-75'de Fulbright, 1973-75'de Wayne burslarından yararlandı. "Türkiye'de Hayali İhracat ve İthalat", "1960-65 arası Türkiye'de İç Göçler" isimli kitapları bulunuyor.

Mehmet İpekçi de sinemacı
Abdi İpekçi'nin ağabeyi Mehmet İpekçi 1907'de Selanik'te doğ­du. İthalatçılık yapan Mehmet İpekçi, 1933'de Berşan Saliha ile ev­lendi. Bu evlilikten Ali Üstün İpekçi ve Eymen İpekçi doğdu. İstan­bul Yüksek İktisat ve Ticaret mezunu olan Mehmet İpekçi, İTO'da 1959-1973 yılları arasında meslek komitesi başkanlığı ve meclis üyeliği yaptı. Mehmet İpekçi de diğer kuzenleriyle birlikte sinemacı­lık ve filmcilikle iştigal etti. Sintaş (Sinema işleri T.A.Ş) yönetim ku­rulu başkanı olan İpekçi, Eminönü Rotary Kulübü Başkanlığı'nın yanı sıra Fevziye Mektepleri Vakfı yönetim kurulu üyeliği de yaptı.

Nail Keçili'nin müdürü
Mehmet İpekçi'nin oğlu reklamcı Ali Üstün İpekçi 1937'de İstan­bul'da doğdu. Vasfiye Sungu ile evlenen Ali İpekçi'nin Leyla İpekçi isminde bir kızı dünyaya geldi. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Aka­demisi mezunu olan Ali İpekçi, fotoğraf ve sinema malzemeleri itha­latı ile uğraştı. Mehmet İpekçi Firması'nda yöneticilik yapan İpekçi, 1971-74'de Ayda Bir ve Heray dergilerini çıkardı. 1974'den itiba­ren Cen ajans Grey ve Cen Grubu'nda genel müdürlük ve yönetim kurulu üyeliği yapan İpekçi, İTO, Anadolu Kulübü ve Galatasaray Divan Kurulu üyesiydi. Ünlü reklamcı Nail Keçili'nin çok yakın dos­tu ve iş arkadaşı olan 2000 yılında kalp krizi geçirerek vefat eden Ali İpekçi, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Leyla İpekçi de aileden
Ali İpekçi'nin kızı Leyla İpekçi ise Hürriyet gazetesi yazı işleri mü­dürlerinden. Leyla İpekçi 13 Ekim 1966'da İstanbul'da doğdu. Saint Michel Lisesi'ni bitiren İpekçi, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde okudu. Kadınca, Adam, Aktüel, Tempo, Rapsodi, Esquire gibi haftalık ve aylık dergilerde muhabir, editör, yazı işleri mü­dürü ve genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Yeni Yüzyıl'da çalışan İpekçi, Hürriyet'in çıkardığı Gazete pazar’da da yazı işleri müdürlü­ğü yaptı. İpekçi, Maya adlı ilk romanıyla, Milliyet Sanat dergisiyle,
Tekofaks Kağıt A.Ş'nin 1998'de düzenlediği "İlk Kitap İlk Baskı" yarışmasında birincilik ödülü kazandı.

İpekçi'nin birincilik ödülü olarak basılan kitabının yanı sıra yarış­mada, Orhan Tez, "Okumak Zor Bir Uğraştır" adlı eseri ile Ayhan Bermerk Özel ödülünü, "Zıt Erenköy" le Murat Sohtorik, "Bağlar Körüklü Çizmeler ve Buluttan Kadehler"le Ayşen Güner, ve "Ola­ğan Şeyler"'le de Aslıhan Ünlü de mansiyon aldılar.

The Marmara Otel'de yapılan törende Milliyet Sanat adına yazı- işleri müdürü Bülent Berkman konuşuyordu.

Leyla İpekçi'nin Remzi Yayınları'ndan çıkan "İlk Kötülük", "Si­nan'ın Mayası" isimli iki romanının yanı sıra "Şölen Sofrası Kadın Er­kek İlişkilerine Ve Benliğe Dair Denemeler" isimli bir kitabı daha bu­lunuyor.
Leyla İpekçi, sinema yönetmeni , yazar, senarist Semih Kaplanoğlu ile evlendi. 9 Eylül Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü'nden mezun olan Kaplanoğlu, Şehnaz Tango adlı TV dizisini çekti. Argos ve Gösteri dergilerinin yanı sıra Radikal gazetesinde de yazan Kaplanoğlu'nun çektiği ilk sinema filmi "Herkes Kendi Evin­de" 2001 yılı 12. "Arıburnu Ödülleri" En İyi 2. Film ödülü ile 12. "Arıburnu Ödülleri" Bilge Olgaç Jüri Özel Ödülü aldı.

13. Uluslararası Film Festivali Uzun Film Yarışması'nda Semih Kaplanoğlu'nun yönettiği "Herkes Kendi Evinde" filmi en iyi film seçildi. Onat Kutlar En İyi Senaryo ödülünün sahibi de "Herkes Kendi Evinde" filmiyle Semih Kaplanoğlu ve Özden Çankaya oldu.

ÇEV'den Eymen Sezerman
Ali İpekçi'nin kızkardeşi Eymen Sezerman ise Dr. Özge Sezer­man ile evlendi. Eymen Sezerman'ın eşi Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Başhekim Vekili Dr. Özge Sezerman. Se­zerman Fevziye Mektepleri Vakfı'nda yöneticilik ve Işıkspor başkanlı­ğı da yaptı.
Eymen Sezerman Çağdaş Eğitim Vakfı kurucularından. Eymen Sezerman ismi 22 Nisan 2001 tarihli Milliyet'te çıkan bir haberde yer aldı. "Atatürkçü Derneğe Baskın ve Kapatma" başlıklı haberde İçişleri Bakanlığı'nın Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği hakkında suç duyurusunda bulunduğu belirtildi. Haberde İçişleri Bakanlığı'na

ÇYDD'den Türkan Saylan, yanı sıra 68'liler Vakfı, Atatürkçü Düşünce Derneği’nden İlhan Baş, Dayanışma Derneği’nden Bülent Berkarda, Demokratik İlkeler Derneği'nden Engin Yurddaş'ın yanı sıra Çağdaş Eğitim Vakfı yöneticilerinden Gülseven Yaşer ile Ey- men Sezerman hakkında İçişleri Bakanlığı'na şikayet dilekçesi veril­diği ifade edildi. Milliyet haberinde polisin ÇYDD'ye baskın yaparak defterlerine el koyduğu ifade edilirken, İstanbul Valisi Erol Çakır'ın, İçişleri Bakanlığı'nın ÇYDD'nin kapatılmasını isteyen yazısını im­zalamadığı kaydediliyordu. Çağdaş Eğitim Vakfı ise ismi sıkça gün­deme gelen bir vakıf. Fethullah Gülen'e ait olduğu iddia edilen okul­lara karşı yaptığı çalışmalarla ünlenen vakıf, PKK'lı öğrencilere burs verdiği iddiasıyla gündeme geldiği gibi, ÇEV'de ele geçirildiği iddia edilen video kasetlere ait ses ve görüntüler bazı TV'ler de gösterildi. Ali Üstün İpekçi'nin yeğeni Ayşe Sezerman Devlet Opera ve Balesi solistlerinden. Bir diğer yeğeni Fatma Zeynep Hızlıalp, Nişan­taşı'nda Piramit Danışmanlık Şirketi sahibi. Eşi Haluk Hızlıalp ise otomotiv, bira ve meşrubat sektörünün öncü isimlerinden Anadolu Grubu'nun Bilgi Sistemleri ve ATİM Teknoloji ve Genel Destek Grubu yöneticisi. Hızlıalp ailesinden 1931 doğumlu Fikret Hızlıalp ise Kemal Derviş'in babası işadamı Rıza Derviş'in kurucuları arasın­da olduğu Birleşik Alman İlaç Fabrikalarında eczacı-imalat müdür­lüğü yaptı.

| ABDULLAH MURADOĞLU
Gazeteci- Yazar
Selanik'ten İstanbul'a: İpekçi'ler ve İsmail Cem
© Bakış Yayınları İnceleme Araştırma Dizisi
Bakış Yayınları Büyük Reşit Paşa Caddesi Yumni İş Hanı İstanbul Kitap ve Kültür Merkezi No 22/40 Vezneciler / İstanbul Tel: (0212)512 77 38 Fax: (0212)528 90 54
www.bakisyayinlari.com              bakisyayinlari@bakisyayinlari.com





S. Sadun Tanju. Eski Dostlar, İnkılap, sh. 193-194
[2] Gazeteci, Tufan Türenç-Erhan Akyıldız, Milliyet Yayınları, İstanbul. Sh..281-283, Şubat 1986
[3]      Orhan Karaveli, Görgü Tanığı, Pergamon Yayınları, sh. 89-90
[4]      Gazeteci. Tufan Türenç-Erhan Akyıldız, Milliyet Yayınları, Sh. 58-60, Şubat 1986
[5]      Gazeteci, Milliyet Y. Sh. 18-19
[6]      Sadun Tanju, Eski Dostlar, Yalçın Yayınları Sh. 217-218
[7]      Sadun Tanju, Bazı Anılar, Yalçın Yayınları, Sh. 236-237, 1998
[8] Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 310, 12 Şubat 1979
14. Sadun Tanju, Eski Dostlar, Sh. 209-210

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu güne değin en çok tıklanılanlar